Savaş ve Savaş Karşıtı Film Önerileri

İnsanlığın tarihi maalesef ki savaşlarla dolu. Sinemanın tarihi anlatma, tarihe izleyicisini tanık etmesi diğer birçok işlevinden sadece birisi. Peki savaş filmleri mi yoksa savaş karşıtı filmler mi? Ben kesinlikle savaş karşıtı filmleri destekliyor ve izlemekten keyif alıyorum. Savaşların olmadığı, savaş filmlerinin yapılmadığı güzel bir dünyaya. 

Filmlerin isimlerine tıklayarak IMBD sayfalarına ulaşabilirsiniz. Film afişlerine tıklayarak orjinal boyutlarını görüntüleyebilirsiniz. Destek olmak için lütfen sayfamı arkadaşlarınızla paylaşın.




Farklı olan her zaman dikkat çeker. Vietnam’da askeri radyoda çalışan Amerikalı bir askerin savaşa, ölüme ve umutsuzluğu karşı sahip olduğu pozitif enerji de kısa bir süre sonra dikkat çekecek ve bu adam sevenlerini olduğu kadar düşmanlarını da etrafında toplayacaktır. Robin Williams’ın başrolde olduğu ve Barry Levinson’un yönetmenliğini yaptığı filmde “ What AWonderful World” şarkısı eşliğinde izleyeceğiniz savaş sahnesi hafızanıza kazınacak.



2. Dünya Savaşı’nın izlerinin henüz silinmediği bir dönemde idealleri uğruna Amerika’dan Almanya’ya giden Leopold Kessler’in öyküsünü konu alan filmin yönetmen koltuğunda Lars Von Trier, başrollerinde ise Jean-Marc Barr ve Barbara Sukowa yer almaktadır. Leopold, tren kondüktörü olarak çalışmaya başladıktan sonra zamanla farkında olmadan savaş sonrası oyunların içine dahil olur. Siyah-beyaz çekilen film -Kara Film- özellikleri barındırır, fakat kilit anlarda o an için önemli olan karakter ya da nesne bir anda renkleniverir! Sürreal sahneleriyle ilgi çeken filmin diğer bir özelliği ise hikayenin kırılma noktalarında beliren gizemli sestir. Max von Sydow’un seslendirdiği ‘anlatıcı’, kimi zaman baş karakterimiz Leopold’un iç sesi olur, kimi zaman ise bize ve Leopold’a birkaç dakika sonrasını fısıldayan bir habercidir.



Türkiye’de “Hiroşima Sevgilim” adıyla tanınan film, bir Alain Renais şaheseri. Film, Hiroşima’ya savaş karşıtı bir film için gelen bir Fransız aktrisle Japon bir mimarın yasak ilişkisini konu alarak, karakterlerin geçmişteki duygusal yaşanmışlıklarını nasıl yeniden birbirlerinde bulduklarını gözler önüne seriyor. Nükleer savaşın izlerini gösteren arşiv görüntüleriyle, bir aşkın iniş çıkışları üzerinden Fransa ve Japonya’nın ilişkisini sembolik bir yolla anlatan Hiroshima mon amour, pek çok sahnesiyle belleklerinizde yer edecek.



Francis Ford Coppola’nın ciddi anlamda binbir güçlükle çektiği, tayfunun setini uçurduğu, hatta başrol oyuncusu Martin Sheen’in çekim sürecinde kalp krizi geçirdiği filmi Apocalypse Now, şüphesiz filmografisinin en önemli parçası. Vietnam Savaşı’nın çekimlerini Filipinler’de gerçekleştiren yönetmen, orada patlak veren iç savaşla çarpıcı ve dolayısıyla inandırıcılığı yüksek sahneler elde etmiş. Marlon Brando’nun bir kabileye kendini tanrı olarak tanıtan Walter Kurtz’u muhteşem bir performansla canlandırdığı Apocalypse Now, giriş sekansından başlayarak izleyiciye diken üstünde izleyeceği bir film deneyimi sunuyor.



Yönetmen Terrence Malick’in ‘Days of Heaven’dan sonraki yirmi yıllık suskunluğunun ardından ardından gelen ‘İnce Kırmızı Hat’ gösterime girdiği yıl yedi dalda Oscar’a aday gösterilmiş, Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı’ya layık görülmüştür. Ansambl oyuncu kadrosunda Sean Penn, Adrien Brody, George Clooney, John Cusack, Jared Leto ve John Travolta gibi yıldız isimlerin yer aldığı film, James Jones’un romanından uyarlanmıştır. İkinci Dünya Savaşı esnasında Guadalcanal Savaşı’ndayız. Burada klasik kahramanlık hikâyeleri ya da tek yanlı zaferler yok. Savaşın gösterilmeye cesaret edilemeyen yüzü Malick’in kamerasıyla insan, doğa ve şiddet üzerine yazılmış bir şiire dönüşüveriyor. Dokunaklı müzikleri ise tanıdık bir isme, Hans Zimmer’e ait.




Oliver Stone’un “Vietnam Savaşı Üçlemesi”nin ilk filmi olan, Oscar’da “En İyi Film” ödülü dahil birçok festivalden başarıyla dönen Platoon, Vietnam’da düşman olarak gördükleri Vietnamlılar kadar birbirleri ve kendi psikolojileriyle de başa çıkmaya çalışan Amerikan askerlerini konu edinen bir yapım. Chris Taylor gönüllü olarak savaşa katılmak için okulu bırakıp Vietnam’a gider. Daha sonraları bunun hayatındaki en büyük hatalardan biri olduğunu düşünecektir. Tamamen yabancı bir coğrafyada savaşın acımasızlığı içine düşen Chris, zamanla orduda bir kamplaşma olduğunu fark eder. Ilımlı ve barış isteyen subay Elias ile acımasız Barnes arasında büyük bir anlaşmazlık vardır ve askerler ikiye bölünmüş durumdadır. Azınlıkta kalan Elias ve aralarında Chris’in de bulunduğu askerleri için hayatta kalmak hiç kolay değildir. Oliver Stone’un Vietnam’da yaşadıklarından izler taşıyan Platoon, Hollywood yapımlarından alışık olduğumuz gibi ” fazla Amerikan bir savaş karşıtlığı “ fikrinden ilerlese de, savaşın psikolojik yıkımlarına dair öyküsünü gerçekçi bir atmosferle anlatan, etkileyici bir yapım.




Vizyona girdiği birçok ülkede sansasyon yaratıp sansürlere maruz kalan, savaş filmlerinde ayrı bir çığır açan bir Stanley Kubrick efsanesi film, Vietnam Savaşı’nı ve Amerika’nın “silahı” askerlerinin içine düştüğü psikolojik girdabı anlatır. Savaşın içinde “akıllılık” ile deliliğin arasındaki ince çizgiyi , kaldırılması güç, rahatsız edici görüntüleri ve görev, onur ve fedakarlıkla ilgili kafa karıştıran sorunsalları ele alan film Vietnam Savaşı’nın “görünmeyen” yüzünü gösteren etkileyici bir yapımdır.

İkisi Boşnak, biri Sırp askerlerin Birleşmiş Milletler’in koruması altındaki tarafsız cephede karşılaşması ve askerlerin o bölgeden çıkabilmek için sarfettikleri çaresizce çabanın basına yansımasıyla yaşanan kriz trajikomik biçimde anlatılmaktadır. Bosna-Hersek yapımı, yönetmenliğini Danis Tanovic’in yaptığı film çatışmalı, buhranlı, ortada kalmış bir ülkede iki cephede sıkışan hayatların sonunda nasıl ellerinde patlamaya hazır bir bomba ile kendi kaderine terkedildiğini göstermektedir.


Roberto Rosselini’nin yönetmenliğini yaptığı, senaristlerin içerisinde Federico Fellini’nin bulunduğu İtalyan dramatik savaş filmi, 1946 yılında Cannes’da Altın Palmiye ödülünü kazanmıştır. ‘Savaş Üçlemesi’ olarak anılan serinin Oscar adaylığı bulunan ilk filminde başrollerde Aldo Fabrizi ve Oscarlı aktris Anna Magnani bulunur. 2. Dünya Savaşı sonlarında Roma, Nazi işgali altındadır ve Gestapo, İtalyan direniş hareketi öncüsü Giorgio Manfredi’nin peşindedir. Filmin senaryosu işgal döneminde yazılmıştır, çekimlere başlanıldığında ise işgal henüz bitmemiştir. Bu nedenle çoğu sahne gizli kapaklı çekilmiştir. Başroller hariç tüm karakterler amatör oyuncular tarafından canlandırılmıştır ve ekip tam anlamıyla savaşı gerçekten yaşayan insanlardan oluşmuştur. Bu etkenler, yönetmen ve senaristlerin olayları sıcağı sıcağına yansıtmasını, oyuncuların son derece gerçekçi olmasını sağlamış ve böylece ortaya çıkan iş kusursuz bir gerçekliğe bürünmüştür. Belgesel niteliğindeki eser, İtalyan ‘Yeni Gerçekçi’ akımının ilk örneği olarak kabul edilir.



Vietnam Savaşı konulu en iyi filmlerden olan The Deer Hunter, Pennsylvania’da çelik işçiliği yapan Rus kökenli arkadaşların hayatından bir kesit sunduktan sonra aralarından üçünün savaşa katılmasını ve esir düşmesini, ardından da kurtulduktan sonraki hayatlarını konu alıyor. Christopher Walken, Robert De Niro, Meryl Streep gibi Amerikan sinemasının kült oyuncularını buluşturan bu film, dostluk bağlarını sorguluyor ve savaşın insanlar üzerinde bıraktığı kalıcı izleri gözler önüne seriyor. Bu açıdan savaş yanlısı veya karşıtı olduğu da söylenemez, sadece bu konudaki gerçekleri etkileyici ve iç burkucu bir şekilde izleyiciye gösteriyor. Michael Cimino’nun yönettiği eser 1979 yılında En İyi Film ve En İyi Yönetmen dâhil 5 Oscar’a lâyık görülmüştür ve Amerikan seyircisinin favorileri arasında yer almaktadır.


İyi seyirler. Lütfen bu yazıyı arkadaşlarınızla da paylaşın.

Yorumlar