Pek Güzel "Fantastik" Film Önerileri -2-

Fantastik sinema kültürü sinemanın ilk yıllarından beri varlığını kabul ettirmiş ve farklı dünyalara izleyiciyi sokmasıyla önemli bir tür haline gelmiştir. Bende izlediğim ve beğendiğim bazı fantastik filmleri size önermek istiyorum. Filmlerin isimlerine tıklayarak IMDB bilgisine ulaşabilirsiniz.

Film afişlerini büyültmek için üzerine tıklayabilirsiniz.




Daha çok reklam ve klip sektöründe kendini göstermiş olan Hintli yönetmen Tarsem’in sözlerle ifade edilemeyecek muhteşem görselleri olan; sanat yönetmenliği, sinematografisi ve çeşitli mekan kullanımıyla -25 farklı ülke- izlerken ağzı açık bıraktıran filmi The Fall, sadece plastik anlamda değil, hikayesi, oyunculuğu ve unutulmayacak ‘bizden’ replikleriyle de içimizi ısıtıyor. Gerçekle masalın iç içe geçtiği, aynı sahnede hem ağlama isteği uyandırıp, hem güldürebilen bu film, sevimli karakter küçük Alexandria ile hayal kırıklıkları ve umutsuzluklarıyla içimizi acıtan dublör Roy’un, 1920’lerde içinde bulundukları bir hastanede geçiyor. Filmi izledikten sonra Beethoven’ın "Symphony No. 7 in A major, Op. 92, II. Allegretto"sunu duyunca artık aklınıza bu film gelecek.





Boris Vian’ın “Günlerin Köpüğü” romanının sinemadaki üçüncü uyarlaması olan filmin yönetmenlik koltuğunda Michel Gondry otururken, başrollerinde Romain Duris, Audrey Tautou, Gad Elmaleh ve Omar Sy yer almaktadır. Oldukça hiperaktif ve idealist zengin Colin, bir parti esnasında narin ve sevimli Chloe’ye aşık olur. Kısa zamanda evlenen ikilinin yaşamı Chloe’nin “nilüfer çiçeği” hastalığına yakalanmasıyla sarsılır ve Colin elindeki tüm parasını onu iyileştirmek için harcamaya başlar. Romanın gerçeküstücü ve şiirsel yapısını, Jan Svankmajer’in stop-motion tekniği ile birleştiren ve üstüne kendi video klip estetiğini ekleyen Gondry, görsel tasarım açısından büyüleyici, hareketli, çılgın ama bir o kadar da depresif ve hüzünlü bir hikayeye imza atıyor.






Sıradışı Fransız yönetmen Leos Carax’ın 13 yıllık aradan sonra çektiği son filmi “Holy Motors”un oyuncu kadrosunda Denis Lavant, Edith Scob, Eva Mendes ve Kylie Minogue yer almaktadır. Bir limuzinin içerisindeki Mr. Oscar’ın bir gün içerisinde gerçekleştirmesi gereken 9 görev vardır. Kendisine şoförü Celine tarafından söylenen bu 9 görevi gerçekleştirmek için 9 farklı insan kılığına bürünmesi gerekmektedir. Gireceği kılıklar için gerekli olan makyaj malzemeleri ise limuzinin içerisinde mevcuttur. Carax, gizem, drama, bilimkurgu, müzikal, gerilim, kara mizah, fantazya gibi geleneksel “tür filmi” kalıplarını kendine has neon ışıklarıyla bezeli deneysel atmosferinde aykırı bir şekilde işleyerek filmi sinemasal bir şölene dönüştürüyor. Özellikle sinefiller tarafından çok sevilen bu sürrealist ve estetik başyapıt hem birçok farklı mecra tarafından 2012’nin en iyi filmi seçilmiş, hem de bu başarısını toplamda 19 ödülle taçlandırmıştır.






80'li yılların ardında bıraktığı en eğlenceli yapımlardan biri olan “Ghost Busters” serisinin ilk filmi; işsiz kalmış ve parapsikoljiye bir hayli merak salmış üç bilim adamının bir araya gelerek, şehirdeki hayaletleri ortadan kaldırmak üzere çalışabilecekleri, insanların kendileriyle iletişeme geçmelerini ve şikayetlerini bildirmelerini sağlayacak bir ofis kurmaları üzerine gelişen maceralarını anlatıyor. Başrollerinde Bill Murray ve Dan Aykroyd'un yer aldığı filmin yönetmen koltuğunda ise Ivan Reitman bulunuyor. Özellikle dönemin çocuklarının hayatlarına damgasını vurmuş bu muhteşem fantastik komedi, nesilden nesile yayılarak unutulmayacak şüphesiz. Ve Ray Parker Jr.'ın “Who you gonna call?” dediğini duyan herkes bir ağızdan söylemeye devam edecek: “Ghostbusters!”






Spike Jonze tarafından beyazperdeye aktarılan Where The Wild Things Are ailesi tarafından dışlandığını düşünen, annesi ve ablasıyla beraber yaşayan Max’ın kendi kurmuş olduğu hayal dünyasına kaçışını masalsı, sıcak, gerçeküstü ve korkusuz bir dille anlatmaktadır. Film Max’ın hayal dünyasını aktarırken, animasyon tekniği ve efektleriyle başarılı bir iş çıkarmış, 2010 yılında En İyi Orijinal Müzik kategorisinde Altın Küre’ye aday gösterilmiştir.






Jean Pierre Jeunet ve Caro'nun bir başka ortak gerçeküstü filmi, karanlık bir masalı konu alır. Yapım yılından itibaren "kült" olmayı başaran La Cité des Enfants Perdus, açık denizde bir platform üzerinde kendine garip bir dünya kuran çılgın bilim adamı Krank'ın hikâyesini anlatır. Krank hem fiziksel hem de duygusal açıdan yıkımın eşiğindedir. Uzun zamandır rüya göremeyen Krank hızla yaşlanır. Çare olarak çocukların mutlu rüyalarını çalmaya karar verir ve geliştirdiği rüya makinesini yakın bir kasabadan kaçırdığı çocuklar üzerinde dener. Kostüm tasarımlarını ünlü modacı Jean-Paul Gaultier'nin gerçekleştirdiği filmin görsel yönetmenliğini "Se7en" filminden aşina olduğumuz Darius Khondji yapmıştır.






Fantastik çocuk romanları yazarı Roald Dahl'ın aynı adlı kitabından uyarlanmış, bizarre rollerin oyuncusu Anjelica Huston'ın gelmiş geçmiş en iyi cadı performansıyla tezahür ettiği film. Kara komedi ve gerilim unsurlarını birleştirerek sadece çocukları değil yetişkinleri de fantastik dünyaya davet eden bu klasik "Kapa çeneni çocuk! Yoksa seni fareye çeviririm." söylemini başarıyla dramatize ediyor.






Ülkemizde Rüya Bilmecesi adıyla gösterime giren film, senarist ve yönetmen Michel Gondry’nin yaratıcı zekası ve hayalgücüne duyulan hayranlığı bir kez daha artırmıştır. Gondry’nin, Eternal Sunshine of the Spotless Mind’daki anılar alemi bu filmde rüyalar alemi olarak karşımıza çıkar. Başrollerinde son yılların parlayan yıldızı Gael Garcia Bernal ve Charlotte Gainsbourg’u gördüğümüz yapıtta, gerçeklerden duyduğu tatminsizlikten dolayı rüyalarında yarattıklarıyla yaşamaya başlayan Stephane’ın karmaşasına tanık oluruz. Komedi ve dram öğelerini fantastik bir üslupla işleyen film, el yapımı animasyonların renklendirdiği rüyalar aracılığıyla izleyiciyi masalın içindeymiş hissine sokar.






Usta yönetmen Ingmar Bergman imzalı 1957 Altın Palmiye adayı film, aynı yıl Cannes’da Jüri Özel Ödülü kazanmıştır. Başrollerde Max von Sydow, Gunnar Björnstrand ve Bengt Ekerot’u gördüğümüz film, Kara Veba döneminde Haçlı Seferleri’nden dönen şövalye Antonius Block’un Azrail’e meydan okuyup onu bir satranç oyununa davet etmesini anlatır. Block, ölüm, yaşam ve Tanrı’nın varlığıyla ilgili şüphe ve sorularıyla boğuşmaktadır; sorularına cevap bulamayan her insan gibi karamsarlığın içine sürüklenmektedir. Bergman’ın eşsiz objektifi sayesinde bu ruh hali, ustaca yaratılan atmosferde adeta yaşam bulur.




“Siyah ve beyaz”, “dev ve küçük”, “iyi ve kötü” gibi zıtlıkları içinde barındıran filmin ev sahibi, yine gerçek hayatta da tüm zıtlıkları kucaklayan şehir Paris’tir. Özellikle “Léon” filmiyle çokça konuşulan yönetmen Luc Besson’un,-resmen- Paris aşkını betimlediği bu onuncu filmi, izleyenlerin içinde kesinlikle Paris’e gitme isteği uyandırıyor. Filmin çoğunluğu, yorulup usanmadan ve çok hızlı Fransızca konuşan karakterlerle dolu olmasına rağmen, bu ‘durmadan konuşma’ seyirciyi yormuyor; hatta, yormamakla beraber, konuşulanların içeriği ve replikler,seyircinin hafızasında yer ediyor bile diyebiliriz. Sahtekar ve umutsuz Andre (Jamel Debbouze) ile nereden çıktığı belirsiz, melek olduğunu iddia eden Angel-A’nın (Rie Rasmussen) hikayesinin anlatıldığı filmin akılda kalıcı müzikleri ise Anja Garberek’e ait.

Yorumlar