Pek Güzel "Fantastik" Film Önerileri

"Pek Güzel Fantastik Film Önerileri" başlığında sizlerle izlemesi keyifli, hayal gücümüze katkıları muazzam, türünün iyi filmlerini önereceğim. Bu listeye koyduğum filmler izlediğim, beğendiğim ve tavsiye ettiğim filmleri barındırıyor olacak. Şimdiden iyi seyirler.



Beasts of the Southern Wild (2012)


Yönetmen Benh Zeitlin’in ilk uzun metrajlı filmi olan ve başrollerinde Quvenzhane Wallis ile Dwight Henry’nin yer aldığı “Düşler Diyarı” aldığı ödüller ile şimdiden hit olmuş durumda ve 2012’nin en iyi filmleri arasında gösterilmektedir. 6 yaşındaki Hushpuppy’yi kıyamet gününe hazırlayan ve vahşi bir şekilde yetiştiren babası Wink bir gün ölümcül bir hastalığa yakalanınca doğa çığrından çıkar. Buzullar erir, tarih öncesi yaratıklar uykularından uyanıp ortaya çıkar. Hushpuppy ise evreni tamir etmeye çalışarak hayatı öğrenmek zorundadır. Ülkemizde 11. Filmekimi kapsamında gösterilen film, Quvenzhane Wallis’in müthiş sempatisi ve oyunculuğuyla, akıllardan çıkmayan müzikleriyle ve en önemlisi son yılların en ustalıklı işlerinden biri olan şahane sinematografisiyle tam bir görsel ve işitsel şölen olan “Düşler Diyarı”, Cannes Film Festivali’nde “FIPRESCI” ve “Altın Kamera” ödülüne, Sundance Film Festivali’nde ise “Jüri Büyük Ödülü” ve “En İyi Sinematografi” ödülüne layık görülmüştür.





Çocukluğumun unutulmaz filmlerinden biri Jumanji. Günün birinde iki kardeş henüz yerleştikleri yeni evlerinde gizemli bir oyun keşfederler. İstemsizce oynamaya başladıkları bu oyun, her zar atışları ile balta girmemiş ormanlardan gelen farklı farklı yaratıkları üzerilerine salar. Şanslılardır ki 26 yıl boyunca oyunun içinde hapis kalmış olan Alan, oyunu tekrar oynamak üzere serbest bırakılacaktır. Başlattıkları felaketi durdurmanın tek yolu ise oyunu kurallarına uygun bir şekilde oynayarak bitirmektir. Fakat Jumanji’nin vahşi cezaları karşısında bu hiç de kolay olmayacaktır. Chris Van Allsburg’un kitabından uyarlanan, Robin Williams’ın başrolünde yer aldığı Jumanji, '90ların eğlenceli ve unutulmayan' filmlerindendir.





Tim Burton’ın yönetmen olarak, sinemadaki ilk uzun metraj filmlerinden olan Beetle Juice, aynı zamanda yönetmenin karakteristik tarzını oluşturmaya başladığı filmdir. Mutlu bir çift olan Barbara ve Adam, bir gün bir trafik kazası geçirip ölürler; fakat ruhları yaşadıkları eve sıkışıp kalmıştır. 1989 yılında Oscar’dan En İyi Makyaj Ödülü kazanan film adını, Adam ve Barbara’nın evlerine yerleşen insanları korkutup kaçırmaya çalışırken tanıştıkları “bio-şeytan çıkarıcı” Betelgeuse’ten almaktadır. Temelde bir hayaletli ev öyküsü anlatan filmin farkı, öyküyü yaşayanların değil; evleri yaşayanlar tarafından istila edilen ölülerin bakış açısından anlatmasıdır. Filmde Barbara ve Adam “öteki dünya”ya yaptıkları kısa gezilerde çeşitli sebeplerle ölmüş birçok insanla tanışırlar ki bu geziler sayesinde izleyici harika makyajlarla hazırlanmış, acayipliklerle dolu bir evrene giriş yapar. Tim Burton’ın en eski filmlerinden olan Beetle Juice, Betelgeuse karakterini canlandıran Michael Keaton’ın eşsiz performansıyla da hafızalardaki yerini almıştır.





Tuhaf, müzikal hikayeler anlatmak dışında bir derdi olmayan Citizen Dog; Uzakdoğu absürt sinemasının da popüler örneklerinden biri. Ülkemizde de !f İstanbul Film Festivali kapsamında gösterilen film, yan hikayelerle örümcek ağı gibi işlenmiş bir aşk hikayesini konu alıyor. Pod taşrada oturan ve en önemli özelliği yanlış kararlar vermek olan sıradan bir gençtir. Bangkok’a taşınıp bir iş bulur ve sıradanlığa tepki olarak doğmuş olan Jin’le tanışır. Jin, gökyüzünden önüne düşen bir kitabın kendisine işaret olarak gönderildiğini düşünür; bu yüzden tek kelimesini bile anlamamasına rağmen sürekli bu kitabı okur. Haksız da değildir, bir süre sonra çevre eylemcilerinin arasına katılmasının sebebi yine bu kitap olacaktır. Filmin Pod ve Jin’in romantik olmayan aşk hikayesinden ibaret olduğunu düşünenlere kopuk parmaklar, Çin prensesleri, oyuncak ayılarıyla evlenen çocuklar ve pet şişe dağlarının hikayesinin de izlenmeye değer olduğunu söylemek gerek.





Mr Tv insanların seslerini çalarak onları sessizliğe mahkum etmiştir. Sahibi olduğu ürünleri her yerde pazarlar ve insanları edilgen kölelere çevirir. Bununla da yetinmez, amacı emrindeki bilim adamının geliştirdiği bir makine ile tüm insanları hipnotize etmek ve şehri tamamen ele geçirmektir. Ama bu şartlarda dahi her şeyin farkında olan ve Mr Tv’nin planlarına karşı durabilecek bir grup insan vardır. Esteban Sapir’in yazıp/yönettiği Arjantin yapımı La Antena, karakterleri üzerinden, medyanın ve genel olarak kapitalizmin odalarımızın içine kadar girdiği günümüzde; iktidarın bakış açısını ve insanları pasifize etme şeklini, tek tipleştiren bir tüketim kültürünün, insanları pasif alıcı haline getiren kitle iletişim araçlarının günlük hayattaki olumsuz etkilerini ve çağımıza dair pek çok sorunsalı 1920 öncesi sessiz sinema dönemine öykünerek seyire sunar. Valeria Bertuccelli, Alejandro Urdapilleta, Julieta Cardinali, Rafael Ferro gibi oyuncuları barındıran film; Arjantin Akademi, Arjantin Film Eleştirmenleri, Clarin, Asya Fantastik Filmler ve Neuchatel Uluslararası Fantastik Filmler festivallerinde bir çok ödüle layık görülmüştür.





Dağılmış bir ailenin sorunlu çocukları olan silik David ve başıboş Jennifer birbirleriyle anlaşamayan iki kardeştir. David insanların sevgi dolu ve aşırı masum olduğu 1950’li yılların Pleasantville adlı siyah – beyaz dizisine hayranlık duymaktadır. Bir gün evlerine gelen tuhaf televizyon tamircisinin etkisiyle dizinin içine girerler. Şimdi dizideki Parker ailesinin çocukları olan kardeşlerin bu siyah - beyaz dünyada alışık oldukları hayattan eser yoktur, her şey rahatsızlık verecek kadar mükemmeldir. İnsanlar ölüm, gerçek aşk, sanat, özgürlük gibi kavramlardan bihaberdir. Başlangıçta Jennifer’ın aksine David için her şey güzel gibi görünse de onlar “uyanarak“ Pleasantville’i duygularla tanıştıracak, zamanla kasabayla insanlar renklenmeye başlayacak, şüphesiz bu değişime direnenler de olacaktır. Muhafazakarlık ve geçmişe özlemi bolca eleştiren, aşk, seks ve sanat olmadan hayatın renksiz olduğunu vurgulayan film özellikle göndermeleriyle dikkat çekerken, en çok görsel efektin kullanıldığı filmlerden biridir. Gary Ross imzalı yapım aynı yıl çekilen Truman Show’un gölgesinde kalmıştır.





“Ağzından çıkan ilk ses annesini darağacına götürdü.” 18. yüzyıl. Paris. Annesi tarafından ölü doğduğu düşünülen ama yaşamayı seçen bir bebek, Jean Baptista Grenouille. Yetimhanede büyüyen Jean’in onu tüm insanlardan ayıran bir özelliği vardı. Koku alma yeteneği! İlk gençlik yıllarında Jean, kızıl saçlı güzel bir kızın kokusuyla büyülenecek ve bu büyü onu bir hayale sürükleyecektir. İstediği güzelliklerin kokusunu saklayabilme hayaline. Önce parfüm üreticisi Giuseppe Baldini ile yolları kesişecek, ardından hayali uğruna Grasse’a gidecektir. Kendine ait bir kokusu olmadığını fark eden ve insanlar için bir hiç olduğunu düşünen Jean’in tek istediği, Baldini’nin anlattığı efsanevi 12 güzel kokuyu bir araya getirerek saklamak ve buna 13. kokuyu ekleyip mükemmelliği yaratmak; bu sayede çok sevilen özel biri olmaktır. Fakat bu isteklerini yerine getirmek için korkunç bir yol izleyecektir! Patrick Süskind’in Das Parfum kitabından uyarlanan filmin yönetmen koltuğunda Tom Tykwer oturuyor ve genç yetenek Ben Whishaw’a başarılı performanslarıyla Dustin Hoffman ve Alan Rickman eşlik ediyor.





"Sen büyük bir balıksın ve hayal kurmalısın." William, masalsı bir hayatı olan babasına hiçbir zaman inanmamış bir adamdır. Hikaye; babasının ölüm döşeğinde olması nedeniyle, William’ın aile evine geri dönüşüyle başlıyor. Gezgin bir satıcı olan babasını daha yakından tanımak isteyen karakterimiz, babasının yaşamına dair topladığı öyküleri birleştirirken, sizi de imkansızlığın sınırlarına götürecek. Albert Finney gibi önemli bir oyuncuyla çekilmiş bu efsanevi yapıtta gerçek ve masal öyle iç içe yorumlanmış ki, gerçekliğin hayallerle kaplı diyarına hapsedilecek ve hiçbir dram filmini bu kadar fantastik bulmayacaksınız.





Birçok eleştirmen tarafından en başarılı bilim-kurgu filmlerinden biri olarak gösterilen Brazil; Time Bandits ve Twelve Monkeys gibi filmlerden de hatırlayacağımız Terry Gilliam’a ait ödüllü bir yapım. Filmde, gereksiz derecede karmaşık bir teknoloji ile despotça yönetilen toplumun bir üyesi olan Sam’in özgürce yaşayacağı, hayallerindeki kadını bulacağı bir dünyaya olan özlemine ve mevcut düzen ile verimsiz bürokratik yapı sonucu oluşan basit bir hatanın sebep olduğu olaylara tanık oluyoruz. Film, her biri ayrı ayrı kendi ton ve duygusuna sahip olan bölümlerden oluşuyor. Kamera kullanımı ve özel efektleri ile doyurucu bir görselliğe, dekor ve çevre düzenlemesi ile ise ilginç bir retro-fütüristik havaya sahip olan Brazil, temelini George Orwell’in 1984’ünden alıyor.





Guillermo Del Toro’dan 3 Oscar’lı fantastik bir film. İspanya İç Savaşı sonrası başlayan General Franco’nun faşist diktatörlüğüne karşı dağlarda gerilla taktiğiyle direnmeye çalışan bir grup sol örgüt acımasız bir komutanla karşı karşıyadır. Komutanın küçük üvey kızı ise hem yer altındaki krallığın prensesi olduğunu kanıtlamaya hem kardeşini babasının zulmünden korumaya çalışmaktadır. Film muhteşem finaliyle sonunda kazananın kim olduğuna dair seyirciyi sessiz ve hüzünlü düşünceler içerisinde bırakıyor.



......

Yorumlar