Pek Güzel "Aşk ve Romantik" Film Önerileri

"Pek Güzel Aşk ve Romantik Film Önerileri" konularımızda ise aşk, sevgi, romatizm unsurları barındıran duygu seli olan filmler. İzlediğim, etrafımdan duyduğum, tavsiye ettiğim bir film öneri başlığı.





The IT Crowd dizisinden aşina olduğumuz Richard Ayoade ilk yönetmenlik deneyiminde kendine has bir sinema dili oluşturmayı başarıyor. Duygusal bir hikayeyi, İngilizlere has komedi unsurları ile izleyicinin gözünü tırmalamadan anlatan Ayoade, oyuncuların abartısız ve karikatürize olmayan oyunculukları ile birinci sınıf bir romantik filme imza atıyor. Tate’lerin parçalanmanın arefesinde olan evlilikleri, Anne Tate’in eski sevgilisinin ortaya çıkışıyla başka bir sürece evrilirken, diğer yanda oğulları Oliver gelecek doğum gününden önce bekaretini bozmayı kafasına koymuştur. Diğer taraftan kendisine göz koyan Jordana’ya da dünyanın en iyi erkek arkadaşı olduğunu ıspatlamaya çalışır Oliver. Bir ergenlik dönemi filmi olmanın ötesine geçen Submarine, o dönem her birimizin yaşadığı çatışmalar ve hayata anlam ve yön verme çabaları üzerine bir film. Ayrıca, Away We Go filminden sonra Alex Turner, bu filme de müzikleriyle imzasını atıyor.






“De battre mon coeur s’est arrete” ve “Un prophete” gibi filmleriyle Fransız sinemasının en önemli yönetmenleri arasına giren “Jacques Audiard”‘ın New York Film Festivali’nde “En İyi Film” ödülüne layık görülen son filminin başrollerinde Marion Cotillard ve Matthias Schoenaerts yer alıyor. Katil balina eğitmeni olan Stephanie ile 5 yaşındaki oğluyla birlikte kimsesiz, evsiz ve parasız kalan Ali’nin yolları bir gece kulübünde çıkan kavga sonrası tesadüfen kesişir. Aslında tamamen ayrı dünyaların insanı olan Stephanie ve Ali’ye kader bir oyun daha oynar. Ali’nin gözünde ulaşılmaz gibi görünen Stephanie’nin akvaryumdaki bir kaza sonucu iki ayağının kesilmesinin ardından, ikisinin arasında bir ilişki başlayacaktır. Marion Cotillard’ın kesik bacaklarının gerçekçiliği ve “Dardenne Kardeşler sadeliği” hissi filmi “küçük ama aynı zamanda büyük” yapan sinemasal ögeler.





Ülkemizde gösterildiği 1954 yılında haftalarca gösterimde kalan “Roman Holiday”, bir Roma ziyaretinde protokolden sıkılıp kılık değiştirerek kendini Roma sokaklarına atan Avrupalı Prenses Ann (Audrey Hepburn) ile Amerikalı muhabir Joe Bradley’in (Gregory Peck) tanışmasını ve birbirlerine aşık olmalarını konu almaktadır. Yeşilçam’da benzerlerine sıklıkla rastladığımız filmlerden biri olan Roman Holiday, Belçika asıllı aktris Audrey Hepburn’ün de bir dünya yıldızı olmasının yolunu açmıştır. Film, tam on dalda aday gösterildiği Oscar’da, En İyi Kadın Oyuncu (Audrey Hepburn), En İyi Senaryo ve En İyi Kostüm Tasarımı dallarında ödüle layık görülmüştür. Tamamı İtalya’da çekilen ilk Hollywood filmi olan yapım, Amerikan Ulusal Film Arşivi’nde muhafaza edilmektedir.





Güney Kore’li yönetmen John H. Lee’nin yönettiği, başrollerinde Woo-sung Jung, Ye-jin Son ve Jong-hak Baek’in yer aldığı “Hatırlanacak Bir Anı”, genellikle izleyenleri gözyaşlarına boğan ve ciddi bir hayran kitlesi bulunan bir yapımdır. Umutsuz bir aşkın peşine düşen ve unutkanlık sorunları yaşayan Su-jin, bir dizi tesadüfler ve inatlaşmalar sonucunda Cheol-su ile tanışır ve birbirlerine aşık olurlar. Mutlu bir şekilde ilerleyen ilişkileri, Su-jin’in umutsuz bir hastalığa yakalanmasıyla, “aşk”ın en sağlam dayanağı olan “anılar”ını yitirmeye başlamasıyla trajik bir yöne doğru savrulacaktır. Yeşilçam filmlerinde çokça rastladığımız bir konu ve duygusallık anlayışını Kore sinemasının kendine has ritmi, görselliği, müzikleri ve naif yapısıyla harmanlayıp, bazen klişelerden bile güçlü sinema duygusu çıkarılacağını kanıtlayan film, Güney Kore’nin Grand Bell Ödülleri’nde “En İyi Senaryo” ödülüne layık görülmüştür.






Yann Samuell'in yönetmenliğinde çekilen 2003 yılı Fransız yapımı Jeux d'enfants, çocukluk arkadaşı olan Julien ve Sophie'nin çocukken başlattıkları bir cesaret oyununu birer yetişkin olduklarında da sürdürmeye çalışmaları üzerine kuruludur. İki çocuk için eğlenceli bir oyundan ibaret olabilen hayat, onlarla birlikte sorumluluklarını da büyütür ve kendi kurallarını hakim kılarak monoton bir hal almaya başlar. Acaba yetişkin Julien ve Sophie oyunu devam ettirmeyi başarıp, hayatın olağan akışını bozguna uğratacak olan aşklarını yaşamaya cesaret edebilecekler midir? İzleyiciyi de bu cesaret oyununa dahil eden filmin başrollerinde Marion Cotillard ve Guillaume Canet yer almaktadır.






Sinema tarihini bıçak gibi ikiye kesen bir film; A bout de Souffle. Amerikan filmlerindeki gangsterlere özenen sevimli araba hırsızı Michel Poicard (Jean-Paul Belmando) bir polisi öldürünce Paris’ten kaçmaktan başka şansı kalmaz. Öte yandan birkaç hafta önce tanıştığı üniversite öğrencisi Patricia Franchini (Jean Seberg) Roma’ya gitmenin hayalini kurar. Bu iki sevgilinin kanundan ve toplumdan kaçışları hiç de kolay olmayacaktır. Jean Luc Godard’ın ilk filmi A bout de souffle, Fransız Yeni Dalga sinemasının da başlangıcı olur. Godard, filmde daha önce benzerine rastlanmayan aktüel gerçekçi bir dil ve yenilikçi bir sinematografiyi dener. Senaryosunu François Truffaut ile birlikte yazan Godard, bu film ile birlikte sinemada radikal, özgür ve eleştirel bir ruhun doğmasına vesile olarak çığır açar.





Vianne (Juliette Binoche), kızı Anouk ile birlikte Avrupa’yı dolaşan usta bir çikolatacıdır. Son durağı olan Fransız kasabası ve sakinleri, belediye başkanı Comte Paul de Reynaud’nun da etkisiyle dindar, gelenekçi ve sert mizaçlı bir karaktere sahiptir. Kasabanın tam anlamıyla zıttı olan Vianne, çekici, şık ve sıcakkanlı bir kadındır. Çatık kaşlı kasaba sakinlerini tatlı diliyle ve çikolatalarının eşsiz lezzetiyle mutlu insanlara dönüştüren Vianne, gezgin bir çingene olan Roux (Johnny Depp) ile yaşadığı aşkın ve karşılaştığı tüm zorlukların ardından yine rüzgara karışıp başka kasabalara yolculuk mu edecektir, yoksa bu kez kendisine gerçek bir yuva bulmuş mudur? Joanne Harris’in aynı isimli romanından Lasse Hallström tarafından sinemaya uyarlanan Chocolat, izleyiciye bir bardak dolusu sıcak çikolata tadında bir film keyfi sunuyor.






“Infernal Affairs” serisiyle dünya çapında ün kazanan yönetmen Wai-keung Lau’nun yönettiği, senaryosunda My Sassy Girl (2001)’un yönetmeni Jae-young Kwak’ın da imzasının bulunduğu Daisy’nin başrollerinde Gianna Jun, Woo-sung Jung ve Sung-jae Lee yer almaktadır. Genç ve güzel bir ressam olan Hye-Young kendi tablolarını satarak ve şehrin en işlek meydanında insanların portrelerini çizerek yaşamaktadır. Kore mafyasına çalışan bir tetikçi olan Park-Yi, Hye-Young’a aşık olur. Meydanın karşısından bir daire turarak her gün onu izlemeye ve 4:15’te dükkanının önüne “papatyalar” bırakıp “çiçekler” diye bağırıp kaybolmaktadır. Hye-Young görmediği bu hayranına aşık olmuştur fakat tesadüf eseri 4.15’te elinde bir papatyayla gezen İnterpol dedektifi Jeong-Woo’yu hayranı zannedince bu üç kişinin hayatı sonsuza kadar değişecektir. Aksiyon sahneleriyle birlikte şiir gibi bir aşkı başarıyla sentezleyen film, çok sayıda yarattığı hayran kitlesiyle Kore sinemasının en çok sevilen “aşk” temalı filmlerindendir.






Çin-Amerika ortak yapımı olan ve kültürel farklılıklar ile umutsuz koşullar ışığında kendini keşfetme ve yeniden aşık olma durumunu yaşatan film, İngiliz yazar W. Somerset Maugham’ın 1925 yılında yazdığı aynı isimli romanına dayanmaktadır. Güçlü aşk hikayesi, kültürel çatışmaları, ikna edici performansları ve muazzam sinematografisi ile soluksuz bir seyir sağlayan film, Alexandre Desplat'ın müzikleri ile 64. Altın Küre Ödülleri'nde "En İyi Film Müziği" dalında ödül kazanmıştır. 1920 yılları Londra’sında, sosyetik bir ailenin kızı olan Kitty (Naomi Watts) ile mikrobiyoloji uzmanı Walter Fane (Edward Norton) bir partide tanışarak yakınlaşır. Kitty baskıcı annesi ile bir arada yaşamak yerine, Walter Fane’i tanımamasına rağmen evlenme teklifini kabul eder ve hızla baba evinden uzaklaşarak Şanghay’da yeni bir yaşama başlar. Evliliğinde beklediği heyecanı bulamayan Kitty, mutluluğu evliliği dışında aramaya başlayınca sadakat zinciri kırılır. Bu durumun üstesinden gelmeye çalışırken kendilerini kolera salgınlarının içinde bulan karı koca oldukça çarpıcı bir olgunlaşma ve bağışlama hikayesi ile seyirciyi yüz yüze bırakır.






Ülkemizde pek tanınmayan Belçikalı yönetmen Frédéric Fonteyne, uzun zamandır yeni bir projeyle gündeme gelmese de ’99 yapımı bu filmiyle pek çok sinemaseverin saygısını kazanmıştır. Nathalie Baye ve Sergi Lopez’in oyunculuklarıyla devleştikleri film, erotik bir dergi aracılığıyla tanışan bir çiftin ilişkisini konu alır. Dergiye verdikleri ilanda fantezilerini gerçekleştirmek için partner arayan bu ikili, gizli buluşmalarında hem hayallerini gerçekleştirir hem de birbirlerini daha yakından tanır. Zamanla pornografik ilişkileri bir aşk ilişkisine dönen çift, seks ve aşk arasında bir seçim yapmak zorunda kalacaktır. Festivallerden pek çok ödülle dönmüş olan yapım, Altın Ayı’ya da aday olmuştur. Değişik kurgusu, bir aşk hikayesinin kadın ve erkeğin gözünden ne kadar farklı anlatılabileceğini de kanıtlar niteliktedir.




....

Yorumlar